"Sağlıklı Nesiller İçin"

Doğum: Bilgiyle Değil Korkuyla mı Şekilleniyor?

Prof. Dr. Aydan Biri – Kadın Doğum Uzmanı, Doğasında Doğum Derneği Başkanı

Giriş: Doğum, Bir Tercih Değil, Kadının Bedeninde Kodlu Bir Hakikattir

Doğum, tıbbın yönettiği bir “tercih alanı” değil; doğanın planladığı, fizyolojik olarak kadının ve bebeğin bedeninde kodlanmış bir süreçtir. Bilimsel veriler, doğumun doğal seyrinde gerçekleştiğinde —yani müdahalesiz, zamanında ve desteklenerek— anne ve bebek için bağışıklık sisteminden nörogelişime, solunum uyumundan mikrobiyotaya kadar birçok alanda tamamlayıcı bir biyolojik programın işlediğini göstermektedir.

Bu nedenle “normal doğum” kavramı, bir seçenekten çok daha fazlasıdır. Bu kavram; kadın bedeninin kapasitesine, bebeğin doğumla ilgili epigenetik hafızasına ve nesiller arası sağlık geçişine gönderme yapar.

Ancak bu biyolojik doğrunun yaşama geçmesi yalnızca bilgiyle mümkün değildir. Kadının doğumla ilgili kararı; bilgi düzeyinden çok daha fazlasıyla —korkularla, geçmiş deneyimlerle, kültürel anlatılarla, sistemin tutumuyla ve yalnızlık hissiyle— şekillenir.

2018 yılında Doğasında Doğum Derneği olarak Ankara Ticaret Odası iş birliğinde gerçekleştirdiğimiz “Toplumda Doğum Algısı” sempozyumu kapsamında 2000 kadını kapsayan saha araştırmamız bu gerçeği gözler önüne serdi:
• Kadınların %95’i, normal doğumun kendileri ve bebekleri için daha sağlıklı olduğunu bildiklerini belirtti.
• Ancak bu kadınların %90’ı, doğumlarını sezaryenle gerçekleştirdi.

Bu tablo açıkça gösterdi ki: Kadınlar doğumun fizyolojik olarak daha sağlıklı olduğunu biliyorlardı, ancak buna rağmen büyük çoğunluğu sezaryeni tercih etmişti. Bu durum yalnızca bilgi eksikliğine değil; kültürel aktarımlar, acıya dair anlatılar, sistemin doğum sürecine yaklaşımı, yalnızlık hissi, zamanlama baskısı ya da doğum ortamına güvensizlik gibi birçok farklı etkenin kadının karar sürecine yön verdiğini düşündürmektedir. Bu nedenlerin önemli bir kısmı doğrudan ya da dolaylı olarak kaygı, kontrol kaybı ve güven eksikliğiyle ilişkilidir. Kadın doğum kararını yalnızca bilgiyle değil, çok katmanlı bir sosyal ve duygusal zeminde oluşturmaktadır.

  1. Neden Doğal Doğum? Bilimin Söylediği

Normal (vajinal) doğum, yalnızca bir bebek doğurma biçimi değil, anne ve bebek arasındaki ilk biyolojik etkileşimin, yaşam boyu sürecek fizyolojik programlamanın başlangıç noktasıdır. Epigenetik araştırmalar, bu süreçte bebeğin doğum kanalından geçerken yaşadığı mekanik ve hormonal uyarıların bağışıklık sistemini düzenleyen, nörogelişimi destekleyen ve metabolik dayanıklılığı artıran genleri aktive ettiğini göstermektedir. Aynı anda başlayan mikrobiyota aktarımı, bebeğin bağırsak florasını oluşturur ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde alerjik hastalıklardan obeziteye kadar birçok kronik hastalığa karşı koruyucu bir etki sağlar. Doğum sırasında salgılanan stres hormonları sayesinde bebeğin akciğerlerindeki sıvı dışarı atılır, ilk nefes için hazır hâle gelir, emme refleksi daha güçlü olur ve doğum sonrası adaptasyon daha sorunsuz gerçekleşir.

Anne açısından bakıldığında da vajinal doğumun birçok avantajı vardır: Doğum sonrası iyileşme süresi daha kısadır, enfeksiyon ve cerrahi komplikasyon riski daha düşüktür, emzirmeyi başlatan hormonal denge doğal olarak kurulmakta ve anne-bebek bağlanmasını desteklemektedir. Ayrıca kadının doğum sürecine aktif olarak katılması, psikolojik güçlenme sağlar ve doğum sonrası depresyon riskini azaltabilir. Tekrarlayan sezaryenlerin getirdiği komplikasyonlar —plasenta previa, plasenta akreta, uterin rüptür, yapışıklıklar— vajinal doğumla büyük ölçüde önlenebilir.

Tüm bu nedenlerle bilim dünyası, normal doğumu yalnızca doğal değil, aynı zamanda çok yönlü koruyucu bir sağlık modeli olarak tanımlamaktadır.

  1. Kadınların ve Toplumun Sesi Yükselmezse Sessizlik Belirler

Doğumun doğasına dönüş, yalnızca sağlık sistemi içinde değil; toplumsal bellekte, medya dilinde ve kadının içsel farkındalığında başlamalıdır. Kadınlar, doğum hakkını kendi bedenleri ve bebekleri için sahiplenmedikçe, sistem her zaman daha kolay olanı —yani sezaryeni— tercih etmeye devam eder. Çünkü fizyolojik doğum, zaman ister, emek ister, destek ister.

Hekimler bilimsel ve etik olarak bu süreci desteklemekle yükümlüdür. Ancak bu yük tek başına sağlık profesyonellerinin taşıyabileceği bir sorumluluk değildir. Asıl dönüşüm, kadınların, eşlerin, ailelerin, kanaat önderlerinin ve toplumun doğumu bir insan hakkı olarak tanımlamasıyla mümkündür. Sessizlik bir tercihtir ve bu tercih, doğumun doğal sürecinden uzaklaşmayı beraberinde getirir.

  1. Pankart Tartışması: İyi Bir Amaç, Tartışmalı Yöntem

Sağlık Bakanlığı’nın Fenerbahçe–Sivasspor maçında sahaya taşıttığı “Doğal Olan Normal Doğum” pankartı, kamuoyunu bilgilendirme ve farkındalık oluşturma çabalarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Artan sezaryen oranlarına dikkat çekme amacıyla planlandığı anlaşılan bu tür sembolik adımlar, genel hedef açısından anlamlı ve yerinde olabilir.

Ancak niyetin olumlu olması, yöntemin her zaman yerinde olduğu anlamına gelmez. Mesajın erkek futbolcular tarafından taşınması, özellikle kadın bedeni ve doğum gibi yüksek duyarlılık içeren bir konuda, bazı kesimlerde “kadının deneyimi adına konuşulması” şeklinde algılanmış ve eleştirilmiştir. Ayrıca “normal doğum” ifadesi, sezaryenle doğum yapmış ya da yapacak kadınlar için dışlayıcı veya suçlayıcı bir tonda algılanabilmiştir.

Toplumsal iletişimde yalnızca mesajın içeriği değil, temsil biçimi, sunum tarzı ve hedef kitlenin duyarlılıkları da büyük önem taşır. İletişim şekli, mesajın özünü gölgede bırakacak yanlış anlamalara yol açmamalıdır.

Bu bağlamda, doğum gibi bireysel, bedensel ve toplumsal yönleri olan bir konuda daha kapsayıcı, empatiye dayalı ve kadın temsiline alan açan bir yaklaşım tercih edilebilirdi. Kamu kurumlarının iyi niyetli mesajları, ancak doğru iletişim stratejileriyle amacına ulaşabilir. Aksi hâlde, dirençle karşılaşmak ve farkındalık yerine kutuplaşma üretmek kaçınılmaz olur.

Öte yandan, pankarttan kısa bir süre önce kamuoyunda paylaşılan bir tanıtım videosunda, doğumun zamanlamasına dair önemli bir kavramsallaştırma yer aldı. Videoda, planlı sezaryenlerin çoğunlukla bebeğin doğumu başlatan fizyolojik süreci başlamadan önce gerçekleştirildiğine dikkat çekildi. Gerçekte bebek, dış dünyaya hazır olduğunda vücudunda bir dizi hormonal ve biyolojik sinyal üretir; bu sinyaller anneyle paylaşılır ve doğum süreci bu ortak biyolojik kararla başlar. Bu mekanizma devreye girmeden yapılan sezaryenler, doğumun zamanlamasını bebekten bağımsızlaştırır. Bu nedenle, çocuk sağlığı uzmanları tarafından bu doğumlar “habersiz doğum” olarak tanımlanabilmektedir.

Bu tanım, doğum şekline değil, doğum zamanlamasına dikkat çekmektedir. Çünkü fizyolojik doğum yalnızca bir doğum yolu değil; aynı zamanda bebeğin doğum için yeterince olgunlaştığını gösteren bir fizyolojik tamamlanmışlık hâlidir. Planlı sezaryenle dünyaya gelen bebekler bu fizyolojik süreci yaşamadan doğduklarında, adaptasyon, emme, ısı regülasyonu ve solunum gibi sistemlerin doğum sonrası uyumu daha fazla destek gerektirebilir. Normal doğumun sağladığı birçok fizyolojik kazanımdan uzak kalınması, yenidoğan bakımında müdahale ihtiyacını artırabilir. Bu yüzden “habersiz doğum” kavramı, bir eleştiri değil; doğum fizyolojisinin dışına çıkıldığında ortaya çıkan farklılıkları tanımlayan bir uyarıdır.

  1. Politik Bir Gündem Değil, Sağlık Hakkı

Pankart yalnızca bir maç mesajı değil; daha geniş bir sağlık politikasının sahaya yansıyan bir özetidir. Türkiye’de sezaryen oranları uzun süredir yüksek seyretmekte, bu durum halk sağlığı açısından endişe uyandırmaktadır. 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesiyle birlikte Sağlık Bakanlığı, doğumun doğallığını teşvik eden çeşitli adımlar atmaktadır. Gebe okullarının yaygınlaştırılması, her gebeye bir ebenin atanması gibi yapısal reformlar planlanmaktadır.

Bu bağlamda Bakanlığın mesajı bir “müdahale” değil, anne ve bebek sağlığını gözeten destekleyici bir sağlık politikasıdır. Ancak mesajın bu şekilde anlaşılabilmesi, toplumda bu farkındalığın yerleşmesine bağlıdır. Medya, sanatçılar, kanaat önderleri, üniversiteler — tüm bu seslerin doğum gibi temel bir yaşam sürecine doğru yerden katkı sunmaları, toplumsal dönüşüm için elzemdir.

  1. Gerçek Sorumluluk: Hekime Yüklenen Yalnızlık ve Baskının Anatomisi

Fizyolojik doğumu desteklemek, hekimler için yalnızca bilimsel değil aynı zamanda ciddi bir vicdani ve hukuki sorumluluk taşımaktadır. Günümüzde hekimler, doğumun doğasında var olan öngörülemeyen ve önlenemeyen durumlarda dahi, yalnızca sonuç üzerinden değerlendirilmektedir. Oysa tıpta asıl olan; sürecin bilimsel, etik ve özenli şekilde yönetilip yönetilmediğidir.

Ne yazık ki doğum süreci yalnızca mahkeme salonlarında değil, doğum odasında ve hastane koridorlarında da hekimi baskı altına alan çok katmanlı bir sistemin parçası hâline gelmiştir. Aile bireyleri, hasta yakınları ve sosyal çevre, doğumun hızla ve sorunsuz şekilde tamamlanmasını talep etmekte; bu talepler hekim üzerinde açık ya da örtük bir müdahale alanı oluşturmaktadır. Bu sosyal baskı, zaman baskısı ve kontrol beklentisiyle birleştiğinde, hekimin sezaryen kararını “daha güvenli” bir seçenek gibi görmesi kaçınılmaz hâle gelmektedir.

“Zaten sezaryen yapılsaydı bu yaşanmazdı” anlayışı, adli süreçlerde ve kamuoyunda sıkça dile getirilen bir gerekçedir. Bu yaklaşım, tıbbi sürecin dinamiklerini göz ardı ederek yalnızca sonuca odaklanmakta ve hekimin doğumun doğasına uygun hareket etmesini zorlaştırmaktadır. Sezaryen, bu ortamda çoğu zaman bir klinik zorunluluktan çok bir savunma refleksi olarak devreye girmektedir.

Gerçek dönüşüm, hekimi yalnız bırakmayan; süreci esas alan, bilimsel gerçekliği ve etik sorumluluğu temel alan bir doğum politikasıyla mümkündür. Kadının doğum hakkı kadar, hekimin karar hakkını da koruyan bir sistem; sağlıklı nesillerin ve sürdürülebilir sağlık hizmetlerinin en önemli teminatıdır.

  1. Sezaryen Hakkı mı, Müdahalenin Normalleşmesi mi?

Son yıllarda sezaryen, kimi çevrelerde “kadının doğum hakkı” olarak savunulmakta ve normal doğumu teşvik eden her politika, bu hakkın kısıtlanması olarak algılanmaktadır. Oysa bu bakış açısı, sezaryenin ne olduğu, ne zaman gerekli olduğu ve nasıl bir müdahale içerdiği bilgisinden büyük ölçüde kopuktur. Sezaryen tıbbi bir gereklilik durumunda hayat kurtarıcıdır; ancak hiçbir zaman fizyolojik doğuma alternatif bir yaşam tarzı tercihi gibi sunulamaz.

Sezaryeni savunmak, kadının bedenine ve sağlığına yapılan büyük bir cerrahi müdahaleyi olağanlaştırmak anlamına gelir. Bu müdahalenin; anestezi, ameliyat, iyileşme süreci, rahim bütünlüğü, doğurganlık kapasitesi ve sonraki gebeliklere etkisi gibi ciddi sonuçları vardır. Dolayısıyla sezaryeni “hakkıymış gibi” sunan bir yaklaşım, aslında kadını değil, sistemi ve hekimin kolaycılığını korumaktadır.

Çünkü açık konuşmak gerekirse: Sezaryen oranlarının artışı, hekimin lehinedir. Zamanı planlanabilir, malpraktis riski daha azdır, gecikme ya da komplikasyon gibi fizyolojik süreçler yönetilmek zorunda kalınmaz. Hastane sistemleri açısından da planlı operasyonlar, kaynak ve personel yönetimini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu artışın arka planında, sadece kadınların tercihi değil, sağlık hizmetlerinin “verimlilik” adına şekillendirdiği klinik ortamlar da vardır.

Buradaki temel sorun, doğumun doğasına yapılan müdahalenin kadının hakkıymış gibi pazarlanmasıdır. Kadının doğumda en çok ihtiyaç duyduğu şey bilgi, destek ve güven ortamıdır. Sezaryenin savunulması değil; sezaryenin gereklilik haline gelmeyecek bir sistemin kurulması savunulmalıdır.

  1. Sonuç: Sessiz Kalmayın, Doğuma Sahip Çıkın

Doğum bir haktır. Sezaryen gerektiğinde hayat kurtarır, ancak gereksiz olduğunda hem anne hem bebek için fazladan risk oluşturur. Doğum sürecine sahip çıkmak; yalnızca fizyolojik bir tercihi değil, kadının bedeni üzerindeki söz hakkını, bebeğin epigenetik geleceğini ve toplumun sağlıklı nesillerini korumak anlamına gelir.

Doğru bilgilendirilmiş, desteklenmiş, riskler ve süreçler hakkında şeffaf bilgi almış bir kadının kendi kararıyla sezaryeni tercih etmesi elbette bir sağlık hakkı olarak saygıyla karşılanmalıdır. Buradaki mesele, doğumu kadın adına yöneten değil, kadını merkeze alan bir sistem kurmaktır.

“Normal doğum” kavramı; kadınları ayrıştırmak için değil, doğanın sunduğu fizyolojik güvenliği hatırlatmak için kullanılmaktadır. Terimlerin ötesinde olan şey, kadının bilgilendirilmiş ve desteklenmiş bir karar verebilmesidir.

Biz hekimler, bilimsel bilgiye, etik sorumluluğa ve anne-bebek sağlığına duyduğumuz saygıyla, her zaman doğrunun yanında durmaya devam edeceğiz. Ama bu sürecin gerçek dönüşümünü sağlayacak olan; kadınların bu hakkı sahiplenmesi, toplumun bunu savunması ve sağlık sisteminin bunu kolaylaştırmasıdır.

Çünkü doğum, yalnızca bir tıbbi eylem değil; hayatı, bedeni ve geleceği şekillendiren bir değerdir.